1 Aralık 2013 Pazar

Yazı 5: Karamsar Havalar...






Eminim çoğunuz kapalı ve yağmurlu havaları sevmiyorsunuz. Ben bayılırım. 

Sanırım sebebi bu havalarda bütün insanların karamsar olması. Bu yüzden seviniyorum. Çünkü üzdükleri insanların güneşli havada bile ne hale düştüklerini anlıyorlar. Güneşli havayı severim diyen insanlar genelde sorumsuz ve kırıcı oluyorlar. (Sosyolojik tespitim ) Bu yüzden onlara oh olsun. Ben bugün mutluyum. Bugün beni üzen tüm insanlar bu karamsarlığı içinde yaşasın. Üzüntümü azıcık ta olsa anlasın. Ama bununla beraber ben gerçekten bu havayı sevdiğim için mutluyum. Hadi acıdım size. Bu karamsarlığı yenmeniz için bir önerim var. Bu yazıyı okuduktan sonra kendinize güzel bir kahve yapın. Sandalyenizi ya da koltuğunuzu camın kenarına getirin ve dışarıyı izleyin. İsterseniz yanınıza bilgisayarınızı da alın. Güzel slow müzikler eşliğinde (Mesela bu sayfadaki gibi müzikler olabilir.) bu karamsar havanın keyfini çıkarın. Yarın işi olanlar umursamasın. Günün keyfini çıkarsın...

Bugüne özel yazım bu kadardı. Eşofmanlı bilge yorumlarınızı bekliyor. Bakalım bu karamsar günde sizden keyifli yorumlar alabilecek miyim? 
Sevgilerimle... Güzel Pazarlar...

Eşofmanlı bilge

17 Kasım 2013 Pazar

Yazı 4: Atatürk'ü Neden Sevmeliyiz?


Sizlere Türkiye'de yapılan büyük bir yanlışlıktan bahsetmek istiyorum. 
"Atatürk'ü sevmiyorum" deme yanlışlığı...

Bir kere Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyorsan Atatürk'ü sevmek zorundasın diye klişeleşmiş bir cümleyle yaklaşmak istemiyorum. Olaya tarihsel açıdan bakalım...


Yıl 1919 Çanakkale Savaşı... İnançlı ve güçlü, fakat harap olmuş bir ordu ANZAK, İngiliz ve Britanya kuvvetleri, sömürgeleri, Fransız ordularından oluşan bir orduyu püskürttü. Bu seferberlik esnasında 16 yaşına kadar her erkek askere alındı. Çeşitli imkansızlıklarda savaştılar.

Sonra ne oldu? Ordularımız yenmelerine rağmen yenilmiş gibi geri çekildi. Ve gayrimüslimler ellerini kollarını sallayarak topraklarımıza girdi. Bir de antlaşmalar uygulayarak bağımsızlığımızı elimizden aldı. Gayrimüslim devletlerin bayrakları İstanbul'un her yerinde dalgalandı (Galatasaray Lisesi Hariç)...

Bu imkanlarda dahi bir kurtuluş yolu bulundu ve Atatürk Samsundan Anadolu'ya girerek Türk Ordusunu yeniden birleştirdi. Bölgesel direnişçileri tek bir çatıda topladı. Düzenli ve güçlü bir Türk ordusu kurdu. Gayrimüslim medeniyetlerle savaştı, Saraydan bir kıpırdanma görmedikleri için halkın karar verdiği bir meclis açtı. Hepsi Atatürk'ün önderliğiyle kuruldu. 

Olmasaydı da olurduk diyorlar ya... İşte o olmasaydı, olanlar padişahın sözünden çıkmadığından hiç bir şey yapamazlardı. İmparatorluğun devam edeceği hayaliyle yaşıyorsunuz şuan. Ama devrin olanaklarından ve sarayın işgal altında olmasından dolayı kimse sesini çıkaramazdı. 

Biz dini vecibelerimizi özgürce yerine getirebiliyorsak bu Cumhuriyete emek veren, vatanımızı gayrimüslimlerden kurtaran Atatürk'e ve Türk Milletine borçluyuz. 

Atatürk kim ne derse desin, kim buna karşı çıkmaya çalışırsa çalışsın gayrimüslimlerle yapılan savaşlara liderlik etmiş ve topraklarımızdan bu orduları def etmiştir. 

Tıpkı Selahaddin Eyyubi'nin haçlı seferlerinde, Alparslan'ın Malazgirt'te, 2. Kılıçarslan'ın Miryekefalon'da gayrimüslümlerle yaptığı savaş sonunda saygı ve sevgi ile gerektiği gibi, Devlet Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün de saygı ve sevgi ile anılması gerekir. 

Aksi takdirde hem ecdadımıza , hem de bir Müslüman olarak bizim gayimüslimlerden kurtuluşumuzda bize liderlik eden kişiye saygısızlık etmiş oluruz. 

İşte bu yüzdendir ki Atatürk'ü sevmeme sadakate aykırı ve hıyanet dolu bir yaklaşımdır. Atatürk'ü sevmemenin doğal bir tarafı yoktur. Her Müslüman ve bu devletin her bireyi liderini sevmek zorundadır. Aynı zamanda gerçek anlamda milliyetçi (milliyetçinin gerçek anlamını bilenlere), aynı zamanda ümmetçi olmanın gereğidir. Nitekim Atatürk'ün bu başarısı bir çok Müslüman ülkelere ışık tutmuş, onların da münafıkları topraklarından def etmesine ön ayak olmuştur... 

Uzun lafın kısası... Liderlerinizi sevin, sayın... Bu vatana yararlı bir birey olmanın gereği olmakla beraber, Müslümanlığın da bir gereğidir. Rabbim bu ülkeyi her türlü kötülükten, bölünmekten, gayrimüslimlerin gazabından korusun. Devletimiz daim olsun...

Saygı ve Sevgilerimle...
Eşofmanlı Bilge...





Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da Okuldur. 1923 (Atatürk’ün S.D. 11, s. 90)





Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor. 1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 92)

Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 128)

Sözlerin Kaynakçası: http://www.ataturkdevrimleri.com/yazi-841-ataturk-un-islam-dini-ile-ilgili-sozleri.html


6 Kasım 2013 Çarşamba

Yorumsuz...


Ne hızlı bir şeymiş şu hüzün. Kilometreleri çabucak aşıyor... Mutluluk yolda kalıyor yanında... Her şeyde hüzün yeniyor. Kilometrelerce uzakta, ulaşamadığın bir insanın bir hüzün kelimesi sana hemen ulaşıyor. Işık hızındaki bir ok gibi kalbine saplanıyor. 

Kalbin acıdan kahrolurken kanına karışıyor. Bu ok sevdiğin birinden gelince daha da derine giriyor. Daha da erken zehirliyor. Daha sen farkına varmadan seni zehirliyor. Geceleri uyuyamıyorsun. Yastığına damlıyor göz yaşlarından. Islatıyor... Beynini ele geçiriyor. Seni zehirleyeni rüyanda görüyorsun. Felçli bir adam gibi çaresiz kalıyorsun. 

Tek yaptığın şey merhamet dilemek ama... Oku atan dinlemiyor. Tek panzehir oku atan vurdumduymaz okçuda... Ama o da arada kilometreler olduğunu söylüyor. Bahanesi hazır... Kinini bu şekilde örtüyor. 

Peki vurulanın suçu ne? Kendisi de bilmiyor. Tek suçu uzak olmak mı? Mesafeler mi? Uzaksa o ne yapsın? Keşke uzakları yakın edebilse...

Bugün bu kadar kısa bir yazı yazıyorum... Kusura bakmayın...


Sevgilerimle...
Eşofmanlı Bilge...
(Ne derseniz deyin...)

(LİSTEM BU SEFER BİTEN LEYLA İLE MECNUN AŞKI İÇİN HAZIRLANDI.... LEYLA İNŞALLAH DİNLER...)

22 Ekim 2013 Salı

Yazı 3: TRAFİK!!!!!


Benim yazılarımı takip eden arkadaşlarıma  ve mutluluk kaynağıma (o kendini biliyor) selamlar olsun...

Geldik üçüncü yazıya... 

Şehirlilerin mutluluğunu sömüren, küfürleri havada uçuşturan bir sorundan bahsedeceğim bu yazımda... 

Trafik Karmaşasından... (Dıdıdıdınnn!...)

Biliyorsunuz ki her evde artık neredeyse ortalama 1,5-2 araba var. Ve bunun önüne geçilecek bir şey yapılmıyor. Şehirlerimiz kalabalıklaşıyor... 

Rant diye diye küçücük yolların etrafına kocaman binalar yapıyorlar. Tabi zavallı yollar bunu taşıyamıyor...
Ve Arabalar kaldırımlara saldırıyor...
Yaya insanlar da muzdarip. Artık trafikten gına geldiğini düşünenler toplu taşımaya yöneliyor. 
Buna rağmen Şehir Plancıları Odası kaale alınmıyor. Çözüm önerileri düşünen yok.  

Kendi şehrimden örnek verecek olursam, Ankara'nın çoğu yerlerinde kaldırımlar daraltıldı... Daha çok araba geçsin diye alıp götürdüler... Sırf trafik düzelsin diye... 

Çarpık kentleşme diye bir olay vardır... Çoğu insan bunu gecekondunun fazlalığına bağlardı... Ama bilmedikleri birşey var. Bunların suçu gecekonduların değildi. Bunların suçu yüksek binaların araba yükünü kaldıramayan binalara izin verildi... 

Trafik bile tek başına isyan etmenin sebebi bence... 
İnsanlar gün gelir trafik yüzünden isyan ederse ne bahane bulacaklar orasını bilemem. Ama şuan bunun için hiç bir çaba sarf etmiyorlar. Yol genişletmekle trafiğin açılacağını düşünüyorlar. Fakat genişletecek yer kalmadı hiçbir yerde. 

Bir çoğunuz itiraz edeceksiniz benim şimdi diyeceğim öneriye... 
Bisiklet yolları kurulsun yol genişletileceğine... İnsanlar bisiklete binmeye teşvik edilsin. Bakanlıkta ya da resmi kurumlarda çalışanlara zimmetli bisiklet verilsin... Herkes bisikletle gitsin. Soğuğu bahane eden arkadaşlar. Avrupa'da insanlar buz gibi hava da da bisiklete biniyorlar. Çekiyorlar paltolarını montlarını üstüne... Hem sağlıklı kalıyorlar, hem benzinden tasaruf, hem çevreden... (Çevreci Önerisi)

Eğimsiz bisiklet yolları şart bence. Yoksa arabalar üst üste binecek o derece... Ben size söyleyeyim...

Trafik işe giden insanların da performansını azaltıyor. Yollarda 1-2 saatini geçirenler var. Buna bir çare bulunmalı. Artık rahatlığımızı bir kenara bırakıp düşünmeliyiz. Önerisi olanlardan bekliyorum... 

Sevgilerle
Bir şehir Bilgesi
Eşofmanlı Bilge...
(Çizgili pijama değil...)

17 Ekim 2013 Perşembe

Yazı 2: Alışmak sevmekten daha zoor geliyoor...


Beni anlayabilirsin, sen zeki bir kadınsın
Unutmamı bekliyorsan seni, çok zor
Ancak ölürsem unutacağım desem de çok erken,
Alzheimer imrendiğim bir hastalık şimdi,
aklımda sen varken... 

Tuğberk SEV/Alzheimer

Baştaki şiiri birine ithafen (O kendini biliyor...) alıntı yaptım. Yazmamın sebebi odur. Kendisi bana bayram günü bir hüzün ve hastalık hediyesi bıraktı. Neyse... Çok kötü hastalandım... Bayram ziyaretlerine gidemiyorum. Ben de eşofmanlarımı giydim ve bilgisayarın başına geçtim. Bu sefer kahve almadım elime. Bazı şeylerin alışkanlık olmasından kaçınmak lazım.

Derken konumuzu kendi ağzımla söylemiş bulundum: Alışkanlık...

Alıştığımız şeyleri unutmak ne kadar zordur değil mi? Bir sigara, bir içki, bir insan vb...


Bazı alışkanlıklar vardır insan bunlara alışmak ister. Her gün dişini fırçalamak, Erken kalkmak vs...  (Çalışma alışkanlığı... Bende hiç olmayan bir alışkanlık... Nasıl elde edilir bilmem... Bunla ilgili de bir çaba sarf etmem...) Bu gibi alışkanlıklar zor elde edilir. Neden? Çünkü işimize gelmez.

Erken kalkma alışkanlığını ele alalım.. Ben sabahları erken kalkmayı sevsem de bir türlü kalkamam. Bir de tabi işsizliğin verdiği rehavet de var. Benim anlamadığım, anlam veremediğim bir alışkanlık çeşidi bu erken kalkma... Arkadaş çalışırken alarmı kuruyorum ve uyanıyorum. Fakat yataktan kalkasım gelmiyor. İte kaka uyanıyorum. Ertesi gün tatil olsun diyelim. Gece birde ikide de uyusam, sabah işim olmasa bile erken uyanıyorum. Ulan kaç gündür yatakta kıvranıp duruyordun. Hani? Şak diye alarmsız uyanıyorsun sabahın köründe... Demek ki fırsat bir şey elde yoksa tatlı geliyor...

Tatlı alışkanlıklarımızdan feragat ettiğimiz bu türlü alışkanlıklar bize zor gelir... Bu yüzden kendimizi sıkmak lazım biraz... Hayatta hep eğlence istiyoruz. Ama olmuyor... Her daim mutlu olunmuyor... Gerçek bu...

KONUDAN KONUYA ATLAMA:
HEDEFLER ULAŞILDIKLARINDA İNSANLARI MUTSUZ EDEN ALIŞKANLIKLAR OLABİLİYOR....

2010'lu yılların başından beri para ve şan-şöhret bakımından iyi olan insanların intiharı ile karşılaşıyoruz.
Bu insanlar bir çoğumuzun istedikleri şeylere ulaşmış vaziyetteler. Zamanında onlar şuan ulaştığı şeyleri arzuluyorlardı. Kavuşmanın mutluluğunu yaşadılar. Daha sonra şan, şöhret, para onların alışkanlığı oldu. Ve mutluluğu kokainde ve benzeri maddelerde aradılar... Onlar da artık mutsuz etti onları... Ve almış oldukları maddelerin kafasıyla intihar ettiler.

(İskender'in en büyük isteği Persleri yıkmaktı. Persleri yıktı. Babil'e girdi. Ve sonra bu mutluluk ona yetmedi. Dünya'yı fethetmeye çalıştı. Bir nevi mutluluk-zafer bağımlısı oldu...)

Konuyu toparlarsak, ulaşamadığımız alışkanlıklar bize tatlı gelir. O yüzden bırakalım bazı isteklerimiz olmayı versin... Hayat elimizdekilerle de güzel. Ama bu dediğimden "kendinize hedef koymayın" gibi bir yargı ortaya çıkmasın. Ama bazı şeylere ulaştığımızda tadında bırakalım... Tıpkı müziği tadında bırakan büyük sanatçılar gibi...

Anlatmaya çalıştığımızı anlatamadıysak affola... Yazılarımı okuyanlara sonsuz teşekkürler... Yorumlarınızı bekliyorum... (Yazım kısa ve öz oldu... İlki gibi güzel olmadı... Amaan salla ya... Aklıma gelince iyisini yazarım...)
Sevgilerle
Eşofmanlı Bilge
(Not: Eşofman diyorum çizgili pijama değil.)

(PLAYLIST'I YENILEDIM FARKINDASINIZDIR :))

6 Ekim 2013 Pazar

İlk Yayın...




 VE BAŞLIYORUM...

Saat 02:26 7 Ekim 2013 tarihi... Bloğumun temiz sayfalarını karalamaya başladım.  Kahvemi yanıma koydum. Şimdi ne yazayım diye düşünüyorum. Hayat kelimesi geldi aklıma. Madem hayata dair yazıyorsam önce bu kelime ile başlamalıyım. 


Kelime için bu resmi seçtim. Gün ışığı... Gerinen bir kadın... Yüzünde mutluluk ifadesi... Hayata karşı olumlu düşüncelerimizi yansıtan bir resim. 

Elbette hayatımız bu resimdeki gibi güllük gülistanlık değil. Sinir, stres, yorgunluk, iş temposu, asosyallik... Hayatın içerisinde bunlar da var. Hatta bazılarımızın hayatının büyük bir kısmını bunlar kaplıyor. Hatta o kadar yer kaplıyor ki bir kısmını es geçmek zorunda kalıyoruz. Sinirleneceğimiz durumları esnetiyoruz. 
Bir şeyleri kafaya takmamaya çalışıyoruz. 

Yakın bir zamanda işe girdim. Ve ayrıldım.
Neden mi?
Çünkü iş benim vaktimden çalıyordu her manada... 
Saat 08:00'den 18:00'e kadar haftanın her günü çalışıyordum.1,5-2 saatim de yolda geçiyordu. Eve geldiğimde saat 19:00 oluyordu. Ve dışarı çıkacak vakit, kendime ayıracak zaman bulamıyordum. sabahları 06:00 da kalkıyordum. Yatak o kadar sıcak geliyordu ki kalkmak istemiyordum. Bir saat fazla uyumak için nelerimi vermezdim diyordum. 

İnsan çalışmak için yaşar safsatasına inanmıyorum. 
Hayır efendim! (Gereksiz atar) İnsan yaşamak için çalışır. 
Lükslerimiz ve ihtiyaçlarımız için çalışırız. İnsan bir fincan kahve içebiliyorsa vardır. İnsan belli bir zamanını ayırıp bilgi edinmek, eğlenmek için kitap okuyorsa vardır. Çalışma insanın ihtiyacından kaynaklıdır. Çalışma yaşamsal ihtiyaçlarımızı doyuran bir hadisedir.  

Çalışmaktan kendini heba eden insanlar.... Çalışmanın kölesi olmayın. Kendiniz için çalışın.
İş sen varsan iştir. 
Kendinize zaman ayırın. Hobiler edinin. Üretken olun. (Abi sevecenliği)

Allah'ın sizi yaratırken verdiği özellikleri kullanın.
İşte o zaman yukarıdaki resme yaklaşık bir hayatınız olur.

Kendinizi geliştirin. 
Tiyatro, Sinema, Opera, Sergi,Konserler ıvır zıvır... Hangisini seviyorsanız gidin.

Yaşayın. Yağmur yağıyorsa yağmurun tadını çıkarın. 

Resim bana aittir . Bir çoğunuz bilir bu sahneyi...
Hayatı yaşamadan gitmeyin. Kimse için kendinizi heba etmek gerekmez. (Dost Tavsiyesi)

İlk yazım ve İlk önerim... 

Kısa kesiyorum... (Yönetmen Edası)

Şu fani Dünya'da yaşamanızın güzel bir anlamı olsun...

Yaşadıklarınız,Yaşayacaklarınız,Yediğiniz, İçtiğiniz, Eğlendiğiniz...
Hepsi sizin olsun... (Trt Spikeri Edası)
Bloğuma olurda yolunuz düşerse... Mutlaka yorum bırakın...

Çıkardığınız her ses dikkate alınacaktır... (Kahkaha)

 Sevgilerle...
Eşofmanlı Bilge...